Yaşlanma nedir? Yalnızca zamanın geçmesi mi? Peki algıladığımız zamanın bu düzeninden hücrelerimiz nasıl sorumlu tutuluyor? Biyolojik yaşlanma bulaşıcı mı? Hücrelerimiz birbirlerine fonksiyon bozulmalarını ve yaşlanmayı mı öğretiyor?
Yaşlanma, hücresel faktörlerden çevresel faktörlere birçok mekanizmanın yapısal, işlevsel ve psikolojik olarak etkilenmesi ve sonucunda gerçekleştirdiği değişimlerdir. Latince yaş, dönem anlamına gelen aevum kelimesinden türemiştir. İngilizce’de aging halini almış ve Türkçe’de karşımıza yaşlanma olarak çıkmaktadır.
Yaşlanma, yaşam boyunca süren hücre süreçleri olarak ele alınabilir. Yaşam içinde gözlemlediğimiz biyolojik yaşlanma süreçlerini ise prenatal dönemden itibaren takip eden bir disiplin mevcut. Ontojeni.
Ontojeni bir organizmanın döllenmiş yumurtadan olgun formuna kadar geçirdiği değişim ve gelişimini tanımlar. Gelişim biyolojisinin içinde yer alır.
İçindekiler
Biyolojik Yaşlanma Süreçleri
Yaşlanmanın nedenleri kronolojik (doğum tarihine göre), biyolojik yani anatomik ve fizyolojik değişimler olarak, ekonomik ve psikolojik olarak birçok ayrı sınıfta değerlendirilebilir.
Eğer elinizde bir neandertal iskeleti tutuyorsanız ve yaşını tahmin etmek istiyorsanız, bunun iki yolu olduğunu düşünürsünüz. Öncelikle bu bir neandertal kalıntısı olduğu için araştırmaları inceler, antropolojiden ve gen çalışmalarından yola çıkarak 50.000 yıl gibi bir sayı öne sürersiniz.
Diğer bir tarafta ise bu neandertalin öldüğünde kaç yaşında olduğunu tahmin etmeye çalışırsınız. Yani bizim düşündüğümüz anlamdaki yaşı. 40 yaşında olduğunu varsayalım.
40 ontogenetik yaşını, 50.000 yıl ise gerçek yaşını söyler -bu arada ontojeni, bir organizmanın döllenmeden itibaren başlayan ve ölüme kadar devam eden süreçlerini inceler.
Alttaki gibi bir grafikle karşılaştığımızda, doğumdan itibaren nasıl bir büyüme içine girdiğimizi görüyoruz. Doğumdan sonra inanılmaz hızlı bir büyüme ve gelişim ile karşı karşıyayız, sonrasında ergenliğe kadar azalan bir hız ile devam ediyor ve tekrar bir büyüme hızında artış gözlemleniyor.
Ve 18-20 yaşlarında boy uzunluğuna bağlı büyüme hızımız duruyor. Peki diğer sistemlerimizde durum ne?
Bu açıdan bakıldığında boy uzunluğuna bağlı büyüme hızı görülebiliyor ancak öteki taraftan insan vücudunun boy uzunluğundan ibaret olmadığını, gelişimi değerlendirmek için birçok faktör olduğunu ve biyolojik olarak büyümenin de farklı anlamlara geldiğini biliyoruz.
Yaşlanırken İnsan Beyni
İnsan beynini ele aldığımızda ise şöyle bir durumla karşılaşıyoruz. İnsan beyni ve gözleri, prenatal dönemden itibaren öyle hızlı bir şekilde büyüme sürecinde ki 18-20 yaşlarımızda büyümesini tamamlayan boy uzunluğumuza göre, kısa bi sürede yetişkinlikte ulaşacağı hacme ve ağırlığa ulaşıyor. 5-6 yaşından sonra beyin için hacimsel büyüme durur.
Bu yaşlardan sonra -ki aynı şekilde büyüme ile devam ederken de her saniye nöronlar arasında oluşturulan bağlantılar devam eder- beyniniz hacim olarak büyümese de nöronlarınız sinapslar aracılığıyla ağlar kurmaya, yolaklar geliştirmeye başlar. Yani iç bağlantılar kurar. Bu bağlantılar ne kadar fazlaysa o kadar bilişsel yeteneklerinizin ve yaşam becerilerimizin artacağını gösteren ciddi sayıda araştırma mevcut.
Tabii bu hacme ulaşıp, sonrasında da bu kadar fazla bağlantı kurmak kolay değil. Bu sebeple bir insanın doğumundan itibaren bakılması, büyütülmesi gerekiyor.
Halbuki diğer canlıların neredeyse hiçbiri böyle değil. Örnek olarak yavru geyikler doğumdan sonra kısa süre içinde yürüyebilir hale geliyor ve hayatına devam ediyor. İnsanın bu şekilde bir beceri geliştirmesi için 1 yıldan fazla süre gerekli.
Tabi büyüdüğünde sahip olduğu efektif yapı için makul sayılabilecek bir süre.
Büyüme Sürecinde Etkileşimler
Yalnızca ayaklarımız üzerinde yürümeye çalışırken bile başlangıç ile yetişkinlikte ulaştığımız noktaya kadar bir efektiflik ve optimum düzeyde enerji harcama yarışı var gibidir.
Başlangıçta fazla salınım yapıp enerji harcasakta, zaman geçtikçe yürüyüşümüz oldukça efektif bir hal alıyor. Bu tabii ki kas-sinir işbirliğine bağlı. Yani beynimiz biz haberdar bile olmadan bu işlemleri yapmakta (egzersiz ve spor kısmında yürüyüş ve koşunun hareket fazları ve enerji metabolizmaları ile ilgili daha detaylı bilgi alabilirsiniz).
Vücudumuzdaki mekanizmaların büyüme hızları ile ilgili yıllar içinde gözlemlenen değişimleri bir şekil ile ortaya koymaya çalışırsak şöyle bir şekil ile karşılaşabiliriz;
Gördüğünüz gibi 20 yaşına kadar büyüme ve sistemlerin gelişimi birbirinden oldukça farklılaşıyor. Birbirlerinin tersi gibiler.
Acaba aynı zamanda birbirlerini nasıl etkiliyorlar? Bunun biyolojik yaşlanma üzerindeki etkileri neler? Bunu açıklamak için yeterli bilgiye sahip miyiz? Veya bu bilgiye ulaştık mı?
En büyük ve hızlı gelişim beyinde gerçekleşiyor. Vücudumuz ise oldukça durağan bir halde büyümesine devam ediyor gibi görünüyor. 18-20 yaşınıza geldiğinizde biyolojik olarak ulaşabileceğimiz noktaya varmış oluyoruz. Devamında ise başka bir hikayeyle karşı karşıyayız. Buradan sonra vücudumuz başka bir faktör olarak hormonların etkisini altına giriyor. Burası ayrı bir dünya.
Örnek olarak genç bir bireyin dizine bakalım.
Peki bu kırmızılar ve mavilerin birleştiği noktadaki sarı çizgiler ne?
Bunlara büyüme noktaları veya epiphyseal denir. Yapıları kartilajlardan oluşur. Burası kemiğin büyüdüğü noktadır. Örnek olarak doktorunuz buraya bakıp daha ne kadar büyümeye devam edeceğini öngörebilir. Yani buradaki noktalara bakılarak birinin yetişkin olup olmadığını anlayabilirsiniz.
Yani başa dönecek olursak: eğer 50.000 yıl önce ölen bir neandertalseniz, bu kartilajların diz yapısında doldurduğu noktalar eriyecektir. Femur ile tibianın sonunda ise ince aralıklar kalacak ve MR taraması ile gözlemlenebilecektir. İşte bu noktalara bakıp binlerce yıl önce bile ölmüş olsanız aşşağı yukarı bir şekilde kaç yaşında öldüğünüz anlaşılabilir.
Peki büyümeden bu şekilde bahsederken, yaşlanmayı nasıl tanımlayacağız? O kadar çok faktör var ki.
Protein Sentez Mekanizmasındaki Yavaşlama
Protein sentezi, hücrelerin başlıca görevlerinden biridir. Proteinler, metabolizma faaliyetleri için gerekli enzimleri, bağışıklık sistemi için gerekli antikorları ve hormonları oluştururlar. Vücut sistemlerinin düzenli çalışması için olmazsa olmaz denilebilecek yapılardır.
Binlerce protein, DNA’da yer alan kodlara göre çalıştırılır ve işlev görürler. Bu protein-DNA işbirliğinde ortaya çıkan bozulmalar vücut sistemlerinin de bozulmaya başlamasına neden olur ve hücresel yenilenme mekanizmaları iyi çalışmadığı için biyolojik yaşlanma nedeni olarak karşımıza çıkar.
DNA Hasarının Neden Olduğu Biyolojik Yaşlanma
DNA’mız toksinler, UV ışınlar ve radyasyona maruz kalmasıyla hasar görür. Moleküler yaşlanma, proteinlerin yapılarında ortaya çıkan hasarı bir süre sonra onaramaz ve hücre içinde uygun şekilde çalışmayan yapılar ortaya çıkar. Hidroliz ve serbest radikaller burada etkili rol oynar. Genellikle serbest radikallerin neden olduğu yapı bozulmalarının yaşa bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülür. Bu genetik bilginin taşınması sürecinde gerçekleşir ve bozulma zinciri tekrarlanarak devam eder.
Glikozasyon Teorisi
Biyolojik yaşlanma, tabii ki zamanın, dakikaların ve saatlerin geçmesinden ibaret değildir. Bu tanımlamalar üzerinde henüz bir fikir birliği yok ve olması da çok kolay görünmüyor. Yaşlanma, farkında bile olmadan yaptığımız şeyler (yediğimiz yemek, yapmadığımız egzersiz, saatlerce aynı işlere kafa yormak gibi) sonucunda vücudumuzun işlevlerinde ortaya çıkan bozulmalardır. Bu teoride ise şeker ile proteinlerin (serbest amino asit grubunda) çapraz bağlanması sonucu ortaya çıkan reaksiyonların hücresel bozunmalara neden olduğu düşünülmektedir.
Şu iki alıntıya kulak verilebilir;
“Yediğiniz yemeğin açlık kan glukozu şekerinizi 70-85 mg/dL arasında, yemekten sonra ise en fazla 70-100 ml/dL arasında tutmasına dikkat edin!”
“Glukoz seviyenizin 85 mg/dL’den fazla olduğu her an, biraz daha hızlı bir şekilde yaşlanıyorsunuz. Bu seviye sınırlar içerisinde normal olsa bile gerçektir. Kan şekeri düzeyiniz 85 mg/dL’den daha yüksek olduğunda bu seviyeye dönmekte zorlanacak ve gittikçe daha da hızlı yaşlanacaksınız.” Ellis Toussier, Haziran, 2001.
Dış Etkenler Tarafından Oluşan Yıpranmalar
Ortam sıcaklığı ve ışık, hücre üzerinde yıpratıcı etkilere sahiptir.
Yapay Maddelerin Etkileri
Her gün karşılaştığımız, yaşadığımız hayatın artık bir parçası olmuş egzoz gazları, endüstriyel besinlerin içindeki koruyucular, fabrika atıkları ve sigara dumanına maruz kalmak serbest radikalleri oluşuna neden olur ve hücre bozunmalarına neden olur.
Mitokondriyal Biyolojik Yaşlanma Teorisi
Mitokondri, hücrenin enerji üreten mekanizmasıdır. Alınan gıdaları oksijen ile birlikte kullanır ve enerjiye dönüştürürler. Bu oksijen kullanımı sırasında serbest radikal oluşumuna neden olurlar. Ve bu serbest radikaller zaman içinde hücreye ve DNA yapısına zarar verir.
Nöroendokrinal Biolojik Yaşlanma Teorisi
Bir başka teori ise yaşlanmanın, sinir ağları ile hormon mekanizmaları arasındaki iletişimin yıpranmaya başlaması, azalması ve işlev bozuklukları başlaması ile ortaya çıktığını ve ilerlediğini savunur.
Bitirirken
Bu teori ve düşüncelerin yanında yaşlanmanın önüne geçmek veya hücrelerin yıpranmalarını yavaşlatmak için birçok öneri mevcut. Hangileri organizmayı nasıl etkiliyor, bilimsel deneyleri nasıl yapılıyor ve sonuçlara nasıl ulaşılıyor diye tek tek incelemek isterseniz şu maddeler ile “yaşlanma veya aging” kelimeleri ile birlikte kullanılarak araştırılabilir.
Yaşlanmayı yavaşlattığı düşünülen maddeler ve mekanizmaları araştırdığımızda ise şu sonuçlara ulaşıyoruz;
- Ko-enzim Q10
- Tokoferol
- Resveratrol
- Nikotinamid
- Askorbik Asid
- Kalori Kısıtlamaları
- Egzersiz ve Hareket
- Anti-oksidanlar
- İnsülin
Fark edebileceğiniz gibi biraz daha detaylı bakmaya çalıştıkça aslında organizmayı etkileyebilecek birçok farklı etken ve mekanizma olduğunu görüyoruz. Bu konuyu ele alan bilim adamlarının yaklaşım gösterebileceği çok sayıda farklı nokta var.
İlginizi çekebilir: Kas Yorgunluğu: Nedenler, Etkiler ve Egzersizler